Şerif Ali Minaz
Kütahya'nın Simav ilçesinde doğdu. İlköğrenimini köyünde, orta öğrenimini Bursa’da, yüksek okulu da İstanbul’da bitirdi.
Öğretmen olarak başladığı memuriyet hayatına önce İznik Lisesinde, daha sonra da İstanbul Eyüp Sultan, Kabataş Erkek, Beşiktaş kız, Pertevniyal Akşam Liselerinde devam etti. 1997 yılında Davutpaşa Akşam Lisesinden emekli oldu.
Şişli Terakki Lisesi ve Özel Beyoğlu İtalyan Lisesinde de(1985-2005) ücretli olarak görev yaptı. Bir TV. Kanalında, “Yarınlara Doğru” adlı sohbet programını hazırladı ve sundu. Fatih Aktüel.com’da haftalık yazım hayatına devam etmekte.
Kıymetli okuyucu, geçen gün İstanbulumuzun Üsküdarında bir yatsı ezanı okundu. Doğrusu ben de, arkadaşım da bir süre huşu içinde o ezanı dinledik. Mihrimah Camii ile karşısındaki camide çifte okunan bu ezanı okuyan müezzinleri öncelikle buradan tebrik etmek istiyor, ağızlarına sağlık, diyorum. Rabbimden böylesine aşk ve şevkle ezan okuyan müezzinlerimizin sayılarını arttırmasını niyaz ediyorum.
Dinlediğim bu ezanlar vesilesiyle Değerli Arkadaşım Cemal Aydının bir yazısını hatırladım. Cemal Bey, bir gazetenin “
Açık Görüş” sayfasındaki bir makalesinde bizim de duygularımıza tercüman olmuş. O yazıdan alıntıladığım bazı paragraflar şöyle:
AYARSIZ HOPARLÖRLER
“Ezanların hoparlörlerle okunmadığı eski İstanbulda ezan sesi sayesinde Müslüman olanlar olurdu. Şimdilerde ise turistler, hoparlör yüzünden kulaklarını tıkıyorlar! Camilerde cemaate hoparlörlerle işkence ediliyor! İnsan sesine ve mabet sükûnetine hasret kaldık! (…..)
“Yıllar önce, Paris Güzel Sanatlar Akademisinden birkaç hoca ile birlikte bir öğrenci grubu gelmişti. Kendilerine İstanbul camilerini gezdiriyordum. Bir camiye yaklaştığımızda öyle hoş bir ezan başladı ki bayıldılar. Neredeyse huşu ile dinlemeye koyuldular.
Bana anlamını sordular. Ben ezanın mânâlarını söylerken talebeler meraklı gözlerle bakıyorlardı. Ama bir iki hanım profesörün bakışlarında (koyu Hıristiyan oldukları belliydi) öyle bir kıskançlık şimşeği vardı ki inanamazsınız! Gözlerindeki o kıskanan bakışları hiç unutamam.
Şahit olduğum o ifadeler, fazlası var, eksiği yok şu demekti:
“Sizin bu bâtıl dininizin, nasıl olur da, bu kadar anlamlı bir ibadet çağrısı olabilir!” (…..)
Ezan, dünya dinleri arasında ibadete çağıran en erişilmez, en yüce ve en mübarek sesleniştir. Muhteşemden de öte olağanüstü ve benzersiz bir davettir. Nitekim İskandinav ülkelerinden birinde ezana müsaade edilince, ezanda ne dendiğini öğrenen ateistler çılgına dönmüşler ve onlar da belediyelerden izin alarak hâşâ : “Allah yoktur!” diye bağırıyorlarmış. Kilisenin çanına bir şey demeyenler, ezana karşı bu tepkiyi gösterir olmuşlar.
Çünkü ezanın bir mesajı var. İslâm dininin iman esasları ezanla insanlara ilân ediliyor. Çan sesinin ayin vakti geldiğini bildirmekten öte ne mesajı var ki! (…)
Cemal Bey, bu yazısında minare ve camilerimizdeki hoparlörlerden, seslerin kulak ve gönüllerimizi okşayan değil; tırmalayan bir frekansın üzerinde oluşundan şikayet ediyor ve Diyaneti göreve çağırıyor, haklı olarak.
İSTANBUL EZANLARINI ÖZLEYENLER
Bu yazıyı okuduktan sonra bir başka gazetecimizin Yunanistandan gelen turistlerle yaptığı röportajdaki cümleleri hatırladım.
“Bir zamanlar İstanbullu olan gayrimüslim Kristalyaya soruyor gazeteci:
“İstanbulun nesini özlüyorsunuz?”
O da şu cümlelerle cevap veriyor:
İstanbulun nesini mi özlüyorum?
Beykozdaki camiden; karşı kıyıdan gelen ezan sesini özlüyorum...”
Yanlış kullanılan hoparlörler, o özlemleri yitirdi galiba, değil mi?
AMERİKA VE SİDNEYDE EZAN
Amerikada yıllarca görev yapmış bir akademisyen dostumun şu cümleleri de hafızamdan hiç silinmez: “Amerikalıya İslamı tebliğ etmek için uzun uzadıya konuşmaya hiç gerek yoktur. Güzel bir Kuran kraati ve hoş bir ezan onların gönüllerini cezbetmek için yeterlidir.”
Nuran Yılmazer Hanım da Sidney Camiinde organize edilen AÇIK GÜNü anlatırken şöyle diyor:
“ (……) Açık Gün sabah 10 da başladı. Her ne kadar caminin bahçesinde polis arabası bulunsa da, fazla dikkat çekmedi. Her yarım saatte bir olan turlara en az 10 kişi katılıyor, konuşulanları ilgiyle dinliyordu. Caminin güzelliğine hayran kalan, daha sonra da bizim o meşhur misafirperverliğimizle sunulan yiyecekleri, çayı, kahveyi keyifle yudumlarken birbirlerine günle ilgili izlenimlerini anlatıyorlardı; kimileri bu güne ilk kez katıldıklarını söylüyorlardı.
Ve sonra o saat geldi; aslında oraya gelenlerin en çok ve heyecanla bekledikleri andı o an. Evet, o saat öğle namazı için okunan ve semtte dalga dalga yanklanan ezan saatiydi... İnsanlar sanki okunan bu ezanın minareden çıkışına gözleriyle şahit olmak istercesine gözlerini minareye dikmişler, kimileri heyecan ve coşkuyla dinliyor, kimisi de cep telefonuna kaydediyordu. Yüzlerdeki ifadeleri incelerken farkettim ki, ezan, sadece bizi etkilemiyor, belki anlamını dahi bilmedikleri halde, belki hayatlarında ilk defa o sesi duyan yabancıları etkilediğine şahit oldum. Ezan sesi, sanki onların ruhlarını okşuyor, içlerine mutluluk saçıyordu.
Gelirken yüzlerinden okunan ifadeler, tereddütler siliniyor, onun yerini huzur ve mutluluk alıyordu….”
EZAN MI, HAZZAN MI, ÇAN MI?
Yazımızı bu yan başlıkla bitirelim istiyorum.
18 Temmuz 1932 tarihinde, ülkemizin minarelerinde ezanlar TÜRKÇE okunmaya başlanmış. Hem de, Diyanet İşleri Başkanlığının bir genelgesi ile Türkçe okunmaya başlanmış.
İnsanoğlu,
bu yeryuvarlağında ilginç serüvenler yaşamış; birilerinin, Engizisyon dönemlerinde olduğu gibi “siz bizim inancımızdan değilsiniz” deyip bir başkalarını diri diri yakmayı uygun gördüğü zamanlar olmuş.
Birilerinin de: “istediğin dini ve inancı benimseyebilirsiniz, ama “İnsan olmak” ortak paydasında birleşip bir arada yaşamanın örneklerini verebiliriz” dediği zamanlar da yaşanmış.
Meselâ; 711-1492 yılları arasında, İspanyanın Endülüsünde olduğu gibi, La Convivencia (bir arada yaşama) örnekleri verilmiş
.
Hem ezan okunmuş minarelerden, hem çan çalmış kulelerden, hem de hazzan okunmuş havralardan- sinagoglardan.
Bunun örneklerini İstanbulumuzda ve çeşitli İslâm beldelerinde de halen görmekteyiz.
VELHASIL
Ezanlarımızla, Kuranımızın çağrısıyla ihtida edenlerin sayılarının artması, barış ve huzurlu bir dünyanın yeniden inşa edilmesi dilek ve dualarımızla İstiklâl Marşımızdaki şu mısraları bir kez daha okuyalım mı?
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.