Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
Okullar, kitaplar, iletişim araçları çağrılarla yüklü, mesajlarla doludur. İster fikir kitabı, ister sanat eseri olsun, hepsinin kendine göre bir amacı vardır. İster toplum için, ister sanat için olsun, her eserin muhatabına vermek istediği bir amacı vardır.
İnsanın doğruyu bulmada aklını, vicdanını ve duygularını yeterli görmeyen Yaratıcı, her devirde ve her topluma seçtiği elçileri vasıtasıyla mesajını ulaştırmış. Sözlerin en güzeli olan ayetleriyle yollarını aydınlatmış. Elçiler de o sözlerle olgunlaşmış, şan ve şeref kazanmış; o sözleri işitip uyanlar da aynı şan ve şerefe nail olmuş.
Bugün insanlık neden perişan? Çağrılar neden etkili olmaz? Sözler neden yerine ulaşmaz?
Sıkıntı nerede?
Sözün kendisinde mi?
Sözün söyleniş şeklinde mi?
Sözü söyleyende mi?
KUSUR, SÖZDE Mİ?
Söz derken “sözlerin en güzelini” yani Furkanı, yani Cebrailin nebilere ulaştırdığı, nebilerin de rasul sıfatıyla insanlığa tebliğ ettiği vahyi kast ediyorum.
O söz, ulaştığı gönülleri fethetmiş. 23 yılda yüz binleri etkilemiş de, bugün neden tesirini göstermez? O sözü dinlediği, bildiği, okuduğu kabul edilen iki milyar insanın üzerinde, o güzellikleri neden göremiyoruz.
Biz biliyoruz ki, o sözü/vahyi eğmeden bükmeden, farklı anlamlar katmadan muhataba ulaştırdığımızda, onu çok iyi anlayacak, etkilenecek. Doğal kaynak suyu içmiş gibi hoşuna gidecek. Tertemiz bir orman havasını içine çekmiş gibi göğsü ferahlayacak. Allahın kelâmı, Allahın kullarına ters gelebilir mi? Uyumsuz olabilir mi? Onun sözünden daha hak söz olabilir mi? Onun sözünden kalpler mutmain olmaz mı?
Okuyan veya dinleyen anlayacak, içine sindirecek. Ya “evet” diyecek, ya da işine gelmediği, bazı sorumluluklar yüklediği için çekip gidecek.
Rasulullah ne yaptı? Aldığı vahyi olduğu gibi aktardı. Muhatapları anlamadı mı? Anladı. Sonra “evet” demek riskler taşısa da, Ali gibi, Bilal gibi, Ömer gibiler elini taşın altına koyup teslim oldular ve kurtuluşa erdiler.
Ebu Cehiller, Ebu Lehepler de anladı, fakat çıkarlarıyla çakıştığı için “hayır” dediler ve her iki dünyada bedbaht oldular.
Fakat bugün farklı. Sözlerin en güzeli bir harfi bile değişmeden bize ulaşmış olmasına rağmen, olduğu gibi anlatılmıyor. Yanlış anlamlar verilerek sunuluyor. Daha doğrusu “Kuranı herkes anlayamaz” anlayışıyla bazıları kendi tekeline alıp, istediği anlamlar vererek yazıyor, çiziyor anlatıyor.
Daha da doğrusu Kurana yaklaşmaya çeşitli engeller konmuş.
O, saygı duyulan bir nesne haline getirilip yüksek yerlere asılmış.
Sanat eseri görülüp hatlarla, yaldızlarla süsleyip, müzelerde para kazanma vasıtası kılınmış.
Musiki eseri sayılıp güzel okuma yarışmaları düzenlenmiş.
Onun hakkında çok methiyeler dizilmiş, fakat bize neler söylüyor diye merak edilmemiş.
Merak edilseydi insanlığın kurtuluşunun orada olduğu görülecekti.
“Herkese adaletle davran” (Maide,5/8)
“Ticarette doğrudan şaşma.” (Nisa,4/29)
“İşlerinizi istişareyle yapın.” (Al-i İmran,3/159)
“Kusurları görmezden gel.” (Teğabün,64/14)
“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf,50/16)
“Sabredenlerin ödülleri hesapsız verilecektir.” (Zümer,39/10)
“Gerçekten de insan ancak çalıştığını elde eder.” (Necm,53/39)
“Siz geçici olan dünyayı çok seviyorsunuz. Oysa ahiret yurdu daha hayırlıdır.” (Enâm,6/32)
Binlerce sözden sadece yukarıda saydıklarımızı insanlık anlasa ve uygulasa dünyanın rengi değişecek. Fakat ulaştırılmıyor. Tıpkı Rasulullah döneminde olduğu gibi:
“İnkar edenler,” Bu Kuranı dinlemeyin, yaygara koparın, anlaşılmasını engelleyin.” dediler.” (Fussilet,41/26).
Acı bir gerçek, o gün inkâr edenler Kuranın anlaşılmasına engel olmaya çalışıyordu, bugün ise içimizdeki bilmezler.
KUSUR, SÖZÜN SÖYLENİŞ ŞEKLİNDE Mİ?
Ne demiş Yunus Emre:
“Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı.
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ide bir söz.”
Her ne kadar Mehmet Akifin mısraları:
“Şudur cihanda en beğendiğim meslek;
Sözüm odun olsun, doğru olsun tek!” mısraları, Yunusun dediklerine ters düşse de,üslûp konusunda kimsenin Akifin eline su dökemeyeceği aşikârdır.
Başka konularda olduğu gibi, sözün aktarımında usul ve üslûbun önemi çok büyük.
Hz. Musa ve kardeşi Harun, Firavuna tebliğe giderken uyarılıyor:
“Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki öğüt alıp düşünür ya da içi titrer korkar.” (Taha,20/44)
Sözü usulüne uygun söylemekle ilgili Lokman Suresinde de bir ölçü konmuş:
“Bağırarak konuşma! Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman,31/19)
Mesajın yerine ulaşmasında ve etkili olmasında usul ve yöntem belirtilmiş. Sesini yükseltmeden, karşında sağır varmış gibi bağırmadan, az ve öz konuşacak “Muhatabın içine işleyecek sözler söyleyeceksin. Nisa,4/63” denmiş.
Usul, üslûp, yöntem her işte geçerli. Sanat eserlerinin ortaya konuluşunda da, bir fikrin yayılışında da.
Savaşın da, barışın da bir kuralı var. Bir bebeği büyütmenin, bir insanı yetiştirmenin de.
İslam dünyası, maalesef son asırlarda bu konuda sınıfta kalmıştır. El âlem kendi zehirli fikirlerini tiyatro ve sinemayla beyinlere yerleştiriyor. Hikâye, roman, masal ve çizgi filmlerle çocuk ve gençleri etkiliyor.
Bizim neyimiz var “Çağrı” filminden başka.( Hatırlayalım onun yönetmeni Mustafa Akkadı da kaldığı oteli bombayla havaya uçurarak öldürmüşlerdi.) Her türlü sanatı, niçin ellere bırakmışız asırlardır?
Ülkemizde gençlerimiz o kadar mı geri zekâlı, yıllarca okuduğu halde yabancı dil öğrenemiyor? Üniversite giriş sınavlarında binlerce kişi matematikten sıfır çekiyor?
Başarısızlık öğrencide mi, eğitim sistemindeki bozuklukta mı?
Her konuda olduğu gibi, bizim için en güzel örnek olan Rasulullahtan bir güzel davranışı hatırlayalım:
“Bir cenaze için hazırlanmış mezarda, küçük bir çıkıntıyı gören Nebi (a), oranın düzeltilmesini ister.
“Ya Rasulullah, biraz sonra zaten hepsi dolacak, o kadarcık çıkıntının ne zararı var?” diyen arkadaşlarına, “Müslümanın her işi, güzel ve mükemmel olmalı .” der.” Onun bu güzel örnekliğini hayatının her safhasında görüyoruz. Aile fertlerine, çocuklara, arkadaşlarına hitabında da, kim olursa olsun kişilere karşı nazik tavrında da.
KUSUR, SÖZÜ SÖYLEYENDE Mİ?
Her ne kadar Hz. Ali, “Söyleyene değil, söylenene bak” demişse de, günümüzde söylenenden çok söyleyene bakılıyor.
Konuşan ve yazan arızalı bir insansa, söylediğini uygulamıyorsa, samimiyetsiz oluşu yaptıklarından belliyse, sözünü kimse dinlemiyor.
Zalimin adaletten bahsetmesi; cimrinin infaktan söz etmesi; münafığın dürüstlüğü anlatması kimseyi inandırmıyor, sözleri karşılık bulmuyor.
Kitap okumayan öğretmenin öğrencisine “kitap oku” tavsiyesi, geçerli olmuyor.
Her türlü yalanına şahit olunan anne-babanın çocuklarına “sakın yalan söyleme” öğüdü boşta kalıyor.
Adı büyüğe çıkmış devletlere kimse saygı duymuyor artık. Ekonomik gücüyle ve bir milyar üç yüz milyon nüfusuyla dünya devi Çin, otuz milyon nüfuslu Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi inim inim inletirken, her türlü baskıyı uygularken medeniyetten, insanlıktan nasıl söz edebilir?
ABD. Günümüzün baş belâsı. Hiçbir sözünde durmaz münafığı. Sadece kendi çıkarı için, uydurduğu çeşitli bahanelerle, göz koyduğu ülkelerin tepesine binen; topraklarını işgal eden; yeraltı yerüstü zenginliklerini sömüren gözü dönmüş haydut devletinin, var mı gönüllerde bir yeri? Hiç zorbalıkla güzellik olur mu?
Bir ülke daha var, yakınındaki topraklarda insanlar açlıktan ölürken, trilyon dolarlarını batı bankalarına yatıran, yöneticileri şatafat içinde yaşayan Suudi Krallığı. Dünyanın petrol zengini, ABDnin kölesi, Müslümanların yüz karası. Yanlışları eleştirdiği için vatandaşı, ırkdaşı, dindaşı olan gazeteciyi hunharca, kalleşçe öldüren katil Suudi yönetimi. Mekke ve Medinenin sahibi olsa, başındaki zat “Hadimul Haremeyn Şerifeyn” diye anılsa ne yazar. Onu kim dinler?
Büyük, mazlumun yanında yer alır. Muhtaca, yoksula kol kanat gerer. Zenginliğini ihtiyaç sahipleriyle paylaşır. Dara düşenin yardımına koşar. Zayıfa kafa tutanlara, kafa tutar. Büyük denilenler bu özelliklerin hangisini taşıyor?
Son söz:
Kuran gerçeğini, korkmadan, hiçbir çıkar gözetmeden, “Başkaları ne der?” demeden, bazıları küsebilir, kızabilir endişesi taşımadan haykıracak yiğitler aranıyor!..
Söz ortada. Sözü usulüne uygun söyleyecek, adam gibi adamlar bekleniyor!..
Mustafa GÜL