Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
Yanlış anlamayın. Halk arasında “alın yazısı” olarak bilinen kadere, Müslümanların büyük çoğunluğu iman ediyor. Bu yazıda, bu inancın yanlışlığı üzerinde durmayacağım. Büyük çoğunluğun inanmadığı ve uygulamadığı “KADERDEN” bahsedeceğim.
Kader, ölçü demek. Türkçemizde kullandığımız kadar, miktar var ya, işte o.
Kuranda da kader, ölçü, biçim, mizan, nizam, intizam, düzen, ilke, ahenk, kural, sistem anlamlarına geliyor.
Allah, tüm kâinatı bir kadere/ölçüye göre yarattığını söylüyor:
“Haberiniz olsun ki Biz, her şeyi bir ölçüye/bikader göre yaratmışız.” (Kamer,54/49)
“O, her şeyi yaratan, yarattığını bir ölçüye/kadere göre düzenleyendir.” (Furkan,25/2)
“O, gökten bir ölçüye/bikader göre su indirendir. Onunla ölü bir bölgeyi diriltiriz. Kabirlerinizden de böyle çıkarılacaksınız.” (Zuhruf,43/11)
Evet, her şeyi bir ölçüye göre yaratan, bir yasaya göre suyu indiren, yeri dirilten Allah, insanı da en güzel biçim vererek bir ölçüye/kadere göre yaratmıştır:
“Onu bir damla sudan yarattı, sonra da onu biçimlendirdi/fekadderah.” (Abese,80/19)
Kuranda 11 yerde geçen “kader” hep ölçü anlamında kullanılmış.
Yüce Rabbim kendi mülkünde öyle bir ölçü kullanmış, öyle bir denge sağlamış ki, Ay-Dünya-Güneş ve tüm yıldızlar bir sistem içinde akıp gitmekte, ahenk içinde dans etmekte. Yakınlıklar ve uzaklıklar arasında öyle bir ölçü koymuş ki, kimse kimseyi rahatsız etmemekte, kimse kimsenin sınırına tecavüz etmemekte.
Allahın çizdiği ölçüde/kaderde bir eksiklik olabilir mi?
Yerçekimi, suyun kaldırma gücü, atmosferdeki gazların oranı, güneşin ısısı…. hepsi bir kadere/ölçüye bağlanmış.
İnsan vücudu, genler, organlar, dolaşım-sindirim-solunum sistemindeki mucizevi yaratılış…
Allah, eşyanın kaderini çiziyor ve her şey tıkır tıkır işliyor. Ve Allah bu kaderde/ölçüde değişiklik yapmıyor, sünnetullah buna diyoruz.
Allahın elçileri de çizilen sınırlar içinde hareket etmiş, yanlış yapıldığında uyarılmış.
Bu konuda bize örnek olması bakımından çok bilinen bir olayı hatırlayalım:
Rasulullahın yanına gelen 3 sahabiden biri “Ben geceleri uyumayıp hep namaz kılacağım.” Bir diğeri “Ben ömrüm boyunca oruç tutacağım.” Üçüncüsü “Ben kadınlardan uzak duracak hiç evlenmeyeceğim.” diyor ve daha çok sevap kazanmak istediklerini söylüyorlar.
Rasulullah:
“Allaha yemin ederim ki, ben sizin Allahtan en çok korkanınızım ve Ona en çok saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Geceleri hem uyuyor hem de namaz kılıyorum. Kadınlarla da evleniyorum.” diyerek ibadetlerdeki ölçüyü onlara izah ediyor.
Müslümanların büyük çoğunluğu, kadere/ölçüye inanıyor mu? Yaptıkları işlerinde kurallara, prensiplere göre hareket ediyor mu? Hayır. Durum ortada. İslam ülkesi dediğimiz coğrafyalarda hep kan ve gözyaşı. Hep acı ve keder. Varlık içinde yoksulluk.
Geri kalmışlığımızın, kaosun, acının, kederin, yoksulluğun sebebi olarak hep başkalarını gösteririz. O başkaları bizim düşmanımızsa, tabii ki düşmanlıklarını yapacak. Biz kendi yaptıklarımızdan sorumlu değil miyiz?
Ki o başkaları, kader/ölçü konusunda daha imanlı/inançlı. “Çalışan kazanır” prensibini / ölçüsünü / kaderini benimsemiş, gereğini yerine getiriyor. Teknolojide, ekonomide, tarımda, sporda, eğitimde ilerlemek için kural ne ise onu uyguluyor.
Biz kendimize bakalım. Okullarımızda, işlenen suça karşı verilen cezalarda bir ölçü var mı? Eskiden veli çocuğunu okula gönderdiğinde “eti senin, kemiği benim” der, dayak cezasını hoş görürdü. Öğrenci küçük bir hatasında tahtaya kaldırılır, tek ayak üzerinde bekletilirdi. Osmanlı zamanında ağır suçlarda falakaya yatırılırdı.
Nijerde öğretmenlik yapan bir arkadaş, suç işleyen bir öğrenciye dizleri üzerinde durma cezası verildiğini söylemişti. Türkiyenin 50 yıl önce uyguladığı tek ayak üzerinde durmanın farklı şekli.
Bugün ilköğretim ve orta öğretimde böylesi cezalar var mı? Yok.
Ne var? Aşırı serbestlik. Neredeyse, öğrencinin öğretmeni dövmesi hoş görülecek. Sert bir söz karşısında veliler okulu basacak.
Cezanın uygulanışında ölçüsüzlüğü görüyor musunuz?
Bunun orta yolu bulunamaz mı?
Tarım politikalarında durum farklı mı?
Kısa bir zaman önce soğan ve patates piyasada azaldı, fiyatlar tavan yaptı, kıyamet koptu. “Stok yapılıyor” dendi; “seçimlere sabotaj yapılıyor” dendi, olabilir. Fakat üretimdeki ölçüsüzlük pek dile getirilmedi. Farklı ürünlerde her yıl böyle aşırılıkları görüyoruz. İhracatı da dikkate alarak hangi ürün ne kadar üretilmeli diye planlama yapılamaz mı? Hayvancılık, tavukçuluk konusu da buna dahil edilebilir.
Hele şu lüks yaşam, maalesef durum içler acısı. Ortadoğulu bir kral ve yakınları, çıktıkları geziden uçaklar dolusu özel eşyalarla dönerler. Aldıkları elbiselerin her birini bir gün bile giymeden, bavullar dolusu yenileri gelir. Milyonlar verip ithal ettikleri arabaların sayısını bilmezler.
“Erkeklerin altın ve gümüş kullanması haramdır” der, tuvaletlerin musluğunu bile altından yaptırırlar. Ne oluyor arkadaş, ne bu ölçüsüzlük? Hani “komşusu açken, tok yatan bizden değildi?” Görmüyor musun çevrendeki milyonlarca göçmen, zayıf, yoksul, evsiz-barksız aç insanı?
Allah bize “yiyiniz içiniz israf etmeyiniz” diye bir ölçü koymuştu.
Kuran bizim kitabımız değil mi?
Bir tarafta açlıktan kemikleri sayılan insanlar, bir tarafta midesini küçültmek için bıçak altına yatanlar…
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ‘da, büyüklerde nüfusun % 65 i obez. Çocuklarda bu oran, son yıllarda % 25 lere yükseldi.
Bahreyn, Mısır, Ürdün, Lübnan, Libya, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri ve maalesef Türkiye, bu oranlara dahil.
Ne oluyor bize? Neden ölçülü davranmıyoruz? Kaderi/ölçüyü kaçırırsak kilolar artacak, kilolar artınca sağlık bozulacak, hareket azalacak, salih amalleri yapmaya vakit ve takat kalmayacak.
Hani Rasulullah bizim örneğimizdi? Onun gibi acıkmadan sofraya oturmayacak, tam doymadan kalkacaktık.
Bu ölçüsüzlük yani kadere uymama konusunda neyi tutsak elimizde kalıyor. Büyük kentlerdeki yapılaşma bir başka sorun. Bir tarafta, insanların arada sırada uğradığı lüks evler, bir tarafta bodrumlarda çürüyen kalabalık nüfuslar.
Ev yaparken komşusunun güneşine bile engel olmama anlayışından, 40-50 katlı binalar kurup “komşu kim oluyor” anlayışına geldik.
Ya inanç konusundaki uygulamalar, ibadetlerdeki ölçüsüzlük. Kuran “Dinde zorlama yoktur.” der, biz “Namaz kılmayanın katli vaciptir.” deriz.
Hem inanç özgürlüğünden bahseder, hem de dinden dönenin/mürtedin öldürülmesine cevaz veririz.
Ya gözlerimizi bile peçeyle kapatır, ya da edepsizce açılıp saçılırız.
Tarihi eserleri ya putlaştırır, ya da yakıp yıkıp yerle bir ederiz.
Zina suçuna Kuran 100 değnek der. Biz her şeyi serbest bırakıp neredeyse uygulamalarla zinayı teşvik eder, cezayı da kanunlarından çıkarırız; ya da recmeder/taşlayarak öldürürüz.
Arkadaş, Allahın koyduğu sınırlara/ölçüye/kadere ne zaman inanıp uygulamaya koyacağız?
Yakın zaman önce meydana gelen Çorludaki tren kazasını aşırı yağışlara bağlayamayız. Aşırı yağışlar da düşünülerek yollar ona göre yapılacak. Taşlar ve çakıllar kuralına göre döşenecek. Yapımcıların işledikleri suçlar, kader yani halk diliyle alın yazısı olarak görülemez.
4 yıl önce Kâbedeki 4 bin kişinin ölümü de bir ölçüsüzlüğün sonucudur. Vinçlerdeki dengenin iyi ayarlanmaması büyük bir hatadır.
Yıllarca karşılaştığımız Şeytan taşlama yolundaki ölümler, bir vurdumduymazlığın, plansız uygulamaların, hatırı sayılı kişiler için yolları kapatmanın sonucu değil mi?
Deprem ülkesi Japonyadaki ölüm oranlarının azlığı, kadere/ölçüye uygun yaptığı binaların sağlamlığına bağlıdır.