Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
Ergün Munduz / Furkan Düzenli
BBP Genelbaşkanı Muhsin Yazıcıoğlu, 25 Mart 2009da Perşembe günü Kahramanmaraş an Yozgat-Yerköydeki mitinge katılmak üzere helikopterine bindi. Araçta Yazıcıoğlu ile birlikte 5 kişi daha vardı. Helikopter, K.Maraşın Keş Dağı mevkiinde, esrarengiz bir şekilde düştü. Olayın hemen sonrasında İHA muhabiri İsmail Güneş, 112yi aradı..
Güneş, Yazıcıoğlu un bacağının kırık olduğunu, helikopterde bulunanlardan sadece BBP Sivas il Başkanı Erhan Üstündağın sesini duyduğunu, ne BBP Sivas İl Başkan Yardımcısı Murat Çetinkaya ne de pilot Kaya İstektepeden ses geldiğini, Muhsin Yazıcıoğlu u ise göremediğini söyledi.
Olaydan 48 saat sonra helikopterin enkazı ve Muhsin Yazıcıoğlu dâhil 6 kişinin naaşı, Sisne ve Kızılöz Köyleri arasındaki Keş Dağı, Kuru Dere Kanlıçukur mevkiinde bulundu. Enkaz, arama çalışmalarının yapıldığı bölgede değil oradan yaklaşık 115 km uzağındaydı.
Keş Dağı karın, sisin içinde 48 saat vermedi, Muhsin Yazıcıoğlunu; bağrında sakladı. Daha sonra ortaya çıkan ses kayıtları, olayın üzerindeki sis perdesinin aralanmasını sağladı. Enkazdan bazı kritik elektronik parçaların birileri tarafından alındığı tespit edildi. Bugün, 15 Temmuz darbe girişiminde bulunmak suçlamasıyla tutuklu bulunan bazı isimlerin olay yeriyle ilişkisi, bunun bir suikast olduğu şüphesini güçlendirdi.
Yazıcıoğlunun yaşamını yitirdiği kazanın ayrıntıları kazadan 8 yıl sonra ortaya çıktı.Muhsin Yazıcıoğlu sevenleri ve dava arkadaşları tarafından unutulmadı. Yazıcıoğlunun kişiliğini ve siyasi duruşunu kendisinin ifadelerinden yola çıkarak derledik.
Muhsin Yazıcıoğlu kendisinikendisini Ben Gurbetçi çocuğuyum. Babam yurt dışında uzun süre çalıştı. Eğitimde fırsat eşitsizliğini ben yaşadım ama yarıştık ve başardık. Kavgaları yaşadık. Geciken adaletin kurbanıyız. İşkenceler görmüşüz. Bunları yaşamış birisi olarak, fırsat eşitliğinin olduğu, hak ölçüsüne riayet edilen, devletin imkânlarının ve kaynaklarının hakça paylaşıldığı, adaletin gecikmeden dağıtıldığı, herkesin sınırsız, imtiyazsız şekilde ülke kaynaklarından yararlanabildiği, yine herkesin kamusal alanda kabiliyetiyle, ürettiği değerle var olabildiği, işkencenin olmadığı, kavgaların değil, sevginin paylaşıldığı bir Türkiye özlüyorum.
Çünkü ben, bu saydıklarımın hepsinin altında ezilen bir kesimin içinden geliyorum. Onun için de duyarsız kalamam. Birisi gelip bir sorun söylese, ben “Daha sonra görüşelim” deyip geçebilen birisi değilim. Bu devletin işidir, diyemem. En olumsuz problemine bile “Acaba, çare üretebilir miyim?” diye düşünmeden, hayır diyemem” sözleriyle anlatıyordu.
Anadolunun çocukları meselleri, deyişleri, nefesleri… hasılı kelam sözün değerini ve önemini bilir. Yazıcıoğlu arkasında bir fikir, idealist Anadolu çocukları için ülkü bırakıp gitti. Ülkesinin sorunlarına kardeşlik ve demokrasi çerçevesinde çözüm önerileri sunmuştu.
Türkiyenin prangalarından biri olan Güneydoğu ve terör sorunu için, “Meseleye “Kürt sorunu” olarak ad koyduğunuz zaman, Kürtler Türkiyede sorun gibi anlaşılır. Benim açımdan Kürtler bir sorun değildir. Kürtler kardeştir, vatandaştır, bu vatan toprağında asırlardır beraber yaşadığımız, kız alıp verdiğimiz akrabalarımızdır. Niye sorun olsun? Sorunu etnik olarak ortaya koyduğunuz zaman, çözümünü de etnik olarak dayatırlar. Eğer Türkiyedeki sorunu demokratikleşme, hukukun üstünlüğüne dayanan adaletli bir düzen ihtiyacı, ekonomik ya da sosyal olarak tarif ederseniz, çözümler de bu yönde gelir” diyerek çareler arıyordu.
Avrupanın bugün Türkiyeye karşı takındığı tutum ister istemez Yazıcıoğlunun bir röportajında ifade ettiği şu sözleri hatırlatıyor: “AB, ülkemizdeki Kürtü Türkmenden, Aleviyi Sünniden koparacak, Türkiyeyi bir azınlıklar ülkesi haline getirecek bir süreci bize dayatmaktadır. Bu itibarla ben ABye karşıyım. ABnin siyasi bir birliğe dönüşmesi, yani Türkiyenin içinde bulunacağı bir siyasi birliktelik gerçekçi değildir. Gerçekçi olmadığı için, bizi sadece gerecek ve gerginleştirecektir.
Avrupa ve Türkiye arasındaki güveni daha çok zedeleyecektir. Hâlbuki AB ile ikili münasebetlerimizi geliştirmemiz, sosyal, kültürel ve siyasi ilişkilerimizi iki ülke arasındaki ilişkiler halinde sürdürmemizin daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Bomboş ve karanlık bir tünel… Zaman kaybı, enerji kaybı, umut sömürüsü ve yalanlar dünyası…
Takriben 40 yıl önce Türkiye Natoda yer almasının gereği olarak mevcut dünya dengeleri bakımından Avrupa Ekonomik Topluluğuna girme isteği mantıklı bir tercihti. Fakat 1990′dan sonra durum değişmiş, Türkiye açsından yepyeni alternatifler doğmuştur. Atatürk yaşasaydı ABnin dayatmalarına bir gün bile tahammül edemezdi. Fatih görseydi halimizi, İstanbulu niçin fethettiğini döve döve anlatırdı bizim fanatik ABci aymaz siyasetçilerimize…
Ne muasır medeniyettir ne de tek umuttur AB bizim için… Tek dişi kalmış canavarlık huyundan vazgeçmediklerini yakın zamanda Bosnada göstermiştir bütün dünyaya Avrupa Medeniyeti… Bizim Avrupa medeniyetinden alacağımız hiçbir şey yoktur. Mesele teknolojiyse şayet, kimse AB karşısında kompleksle kapılmasın. Endonezya, Malezya, Hindistan ABde değil ve pekâlâ teknolojinin kalesi oldular.
Bunlar AB ülkeleri mi sanki. Hiç böyle saçma komplekslere gerek yoktur. Fakat AB, küresel bir gerçektir. Bizim AB ile ilişkilerimiz mütekabiliyet esasları dâhilinde karşılıklı çıkara dayalı olmalıdır. AB bize muhtaçtır biz ABye değil…”
Muhsin Yazıcıoğlu, bir siyasetçi olarak Türkiyeye dair hayallerini soran gazetecilere “Türkiyede fert başına düşen milli gelirin on beş bin dolarların üstüne çıktığı, Türk Cumhuriyetleri ile pasaportsuz seyahat edilebildiği, Hazar Havzasında ve Avrasya coğrafyasında büyük ekonomik iş birliklerinin oluşturulduğu, borç alan değil, borç veren bir Türkiye olduğumuzu görmek istiyorum” yanıtını veriyordu.
Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle kendisiyle yapılan bir söyleşide Peygamber Efendimizin ismini duyduğunuzda ne düşünüyorsunuz sorusuna verdiği cevap Yazıcıoğlunun Anadolu irfanıyla yoğrulmuş kişiliğini yansıtıyor.
Yazıcıoğlu, “Peygamberimizin ismini duyunca Hüzünleniyorum… Görevini yerine getiremeyen bir kölenin hicabı. Onun arkasında bıraktığı mirasa, onun istediği gibi sahip çıkamadık. Onu anlatamadık, çünkü onu anlayamadık. Onun adını duyduğumda bu nedenlerle hüzünleniyorum” demişti.
Cumhurbaşkanlığı krizi için sarf ettiği sözler Yazıcıoğlunun milletin iradesine verdiği önemin en büyük kanıtıydı.
“Ben kişilerle değil sistemle uğraşıyorum. Aslında kişileri tartıştığımız için sorunu çözemiyoruz. TBMM seçecekse ne milletin ne de bizim görüşümüzün değeri kalmıyor. Hatırlarsanız 2000 yılında da cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Aday olmak isteyen milletvekilleri meclis bahçesinde tartaklandı. Meclis kendi milletvekilinin bile güvenliğini sağlayamadı. 5 liderin bardak gibi dizilip seçtiği bir cumhurbaşkanı ortaya çıktı. 5 liderin iki dudağı arasında bir millet iradesi olur mu? Bugünkü meclis liderlerin meclisi. Milletin meclisi yapabilmek için vatandaşımızın özgür iradesini milletvekili seçiminde kullanmasını sağlamamamız gerekiyor.
Siyasetin finans kaynaklarını şeffaflaştırmazsak, devletin siyasi partilere yapmış olduğu mali yardımları adaletsizce dağıtmaya devam edersek, Türkiye örtülü siyaset anlayışından kurtulamaz. Demokratik zemine de oturtulamaz. Kişileri değil, sistemi tartışmamız lazım. Demokrasi kurallar ve kurumlar rejimidir. Kurallarımız ve kurumlarımız demokratik değilse, sonuçları demokratik değildir.”
Muhsin Yazıcıoğlu Kimdir?
Muhsin Yazıcıoğlu; 1954 yılında Sivasın Sarkışla ilçesi Elmalı Köyü de bir çiftçi ailesinin oğlu olarak doğdu. İlk ve orta öğrenimini Şarkışlada yaptı. Yüksek öğrenimini yapmak üzere 1972de Ankaraya geldi. Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi de tamamladı. 12 Eylül 1980de yapılan askeri darbenin ardından, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanığı olarak cezaevine konuldu. 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi de kalan Muhsin YAZICIOĞLU, 7,5 yıl cezaevinde kaldığı bu davadan herhangi bir ceza almadı.
1991 genel seçimlerinde üç partinin oluşturduğu ittifak bünyesinde, milletvekili adayı oldu. “O, inançlarınızı Meclise taşıyacak” sloganıyla, Sivas an milletvekili seçildi. 1992 yılı Temmuz ayında, “içinde bulunduğu partinin siyasi anlayışıyla uyuşamadığı için” bir grup arkadaşı ile birlikte MÇPden ayrıldı. 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi kuruldu ve bu partinin Genel Başkanlığına seçildi.