Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
Hakan Albayrakın Karardaki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (14 Mayıs 2018) yazısı şöyle:
İsrailin Kuruluş Yalanları
Siyonist işgal rejimi İsrail bugün kuruluşunun 70inci yıldönümünü kutluyor. Amerika Birleşik Devletleri bu aşağılık kutlamaya Kudüsteki büyükelçilik açılışıyla katılıyor. Öte yandan, Siyonist işgal rejiminin kuruluş sürecinde Yafa, Hayfa, Akka, Kudüs gibi yerlerden sürülen ve 70 yıldır mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin Gazzedeki “Büyük Dönüş Yürüyüşü” İsrailin kurşun yağmuru altında devam ediyor.
Bu münasebetlerle, Belçikalı gazeteci Baudouin Loosun İsraildeki “Yeni Tarihçiler” akımının önde gelen temsilcilerinden İlan Pappe ile 1999da yaptığı bir söyleşinin bazı bölümlerini Karar okurlarıyla paylaşmak isterim.
***
SORU- Benny Morris, Avi Şlaim, Tom Segev, Simha Flappan ve diğer pek çok isimle beraber, İsraildeki “Yeni Tarihçiler” okulunun önde gelen ve en tartışmalı mensuplarından birisiniz. “Yeni Tarihçiler”in İsrail tarihiyle ilgili söylemlere ne gibi katkılarda bulunduklarını özetleyebilir misiniz?
CEVAP- İlgilendikleri pek çok konu başlığı var. Bunların en önemlisi 1948 yılı. İsrailin kuruluşu ile ilgili bazı çok yaygın mitler bu konudaki çalışmalar sayesinde çürütüldü. Öncelikle, zayıf bir azınlığın kuvvetli bir çoğunluğa karşı savaştığı efsanesine dayanan meşhur “Yahudi David (Davud) ile Arap Goliath (Calut) arasındaki savaş” mitini kabul etmediler. Tam tersine, başta güçlerin eşit olduğunu ve savaş ilerledikçe güç dengesinin önce Yahudi daha sonra da İsrail kuvvetlerinin lehine bozulduğunu iddia ettiler. Dahası, Arap ordularının içinde en etkilisi olan Ürdün Ordusunun daha savaş başlamadan önce Yahudilerle/İsraillilerle gizli anlaşmalar yaptığını ortaya çıkardılar. Avi Şlaimin deyişiyle -ki bu daha sonra kitabının da adı oldu- “Ürdün nehri boyunca danışıklı dövüş”tü bu. Filistinin Yahudilerle Filistinliler arasında bölüşülmesindense İsrail ile Ürdün arasında bölüşülmesi anlayışı, büyük oranda savaşın neticesini tayin etti.
Yeni Tarihçilerin daha sonra çürüttükleri bir diğer mit ise, Arapların gönüllü bir şekilde Filistini terk ettikleri mitiydi. Son derece ikna edici bulgularla, aslında Arapların göçe zorlandığını, en büyük sürgünlerin 1948 senesinde yaşandığını ve daha sonraki yıllarda da İsrail devletinin mültecilerin geri dönüşünü engellemek için her yola başvurduğunu ortaya koydular.
Son olarak gerçek dışılığını ortaya koydukları mit ise “Barış arayan İsrail” miti oldu. 1948in hemen sonrasında barış için bir şans olduğunu fakat bu imkânın Arapların katı tavırlarından çok İsrailin uzlaşmaz ve son derece katı tutumu yüzünden ortadan kalktığını ileri sürdüler. Şahsen benim esas katkımı bu iddia teşkil ediyor.
SORU- “Arapları 1948de Filistinden tamamıyla sürmeyi amaçlayan yazılı olmayan bir Siyonist plan vardı” diyorsunuz...
CEVAP: Kesinlikle. Yazıya dökmemeye ne kadar dikkat etmiş olursa olsunlar, bu “D Planı”, bahsettiğim sistematik sürgün konusunda çok şey söylüyor. Söz konusu plan Yahudi askeri kuvvetlerince 1948in mart ayında hazırlanmıştı. Planda çok önemli bir prensip belirleniyordu; Yahudi güçlerine teslim olmayan ve beyaz bayrak sallamayan bütün Arap köy ve mahalleleri “köklerinden sökülüp atılacak”, yani ortadan kaldırılacak ve sakinleri sürülecekti. Sanırım beş veya altı köyden fazlasının teslim olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Özellikle de Nisan ayında yaptıkları Der Yasin katliamından ve Arap toplumunda baş gösteren büyük korkudan sonra neden teslim olsunlardı ki? Gerçekte sadece dört köy beyaz bayrağı çekti. Geri kalanların hepsi de sürgün politikaları için potansiyel bir hedefti. Şunu da eklemeliyim ki başka bazı mahalleler de beyaz bayrak çekmişti ama bu onları kurtarmaya yetmedi... Bütün bunlar çok net. Hatırlarsanız Kasım 1947deki BM taksim planı İsrail devleti içerisinde eşit sayıda Arap ve Yahudi öngörüyordu. Bu Yahudi devleti fikrine ters düşen bir durumdu. Dolayısıyla Yahudiler, Arapların sayısını mümkün olduğunca düşürmeliydiler. Ve aynen de öyle oldu.
SORU- David Bar-İlan, pek çok muhafazakârın düşüncesini doğrular bir biçimde, meydana gelen olayların sorumluluğunun Filistinlilere ait olduğunu, çünkü BM taksim planını reddedenlerin onlar olduğunu yazdı geçenlerdeki bir yazısında...
CEVAP- Bu çok garip bir suçlama. Çünkü 1947 senesinde BM sadece tek bir tarafın, Yahudi tarafının kabul ettiği bir çözüm sundu. Ve genel olarak BM tarihindeki uygulama iki tarafın birden makul karşılayamayacağı anlaşma taslaklarının hiç gündeme alınmaması yönündedir. İşte durum bu noktadan sonra bozulmaya başlıyor. Eğer Filistinde yaşayan çoğunluğun hiçbir şekilde kabul etmediği bir çözümü onlara empoze etmeye kalkarsanız, buna karşı çıkmalarına ve hatta güç kullanarak karşı çıkmalarına da şaşmamanız gerekir. Ve bu durumun Filistinlilerin topraklarından sürülmeleri ile de hiçbir alâkası yok. Bu sürgün, Arapların taksim planını reddetmelerinin bir sonucu değildir, tamamıyla Yahudi liderliğinin durumu istismar ederek ideolojik sürgün planlarını yürürlüğe koymasının bir sonucudur. Yahudi liderliği çok iyi biliyordu ki yerel nüfus kovulmadıkça bir Yahudi ulus devleti meydana getirme rüyasının gerçekleşme şansı yoktu. Taksim planına yönelik politikaların sürgün politikaları ile hiçbir ilgisi yoktur. Biri diğerine yol açmadı. Yahudi toplumu sadece doğru anı bekledi ve fırsatı eline geçirince de sonuna kadar sömürdü.
(Le Soir, 29 Kasım 1999)