Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
Erdoğanın sözlerinden önemli satırbaşları şöyle:
Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumundan beklentimiz, vatandaşlarımız için hacet kapısı işlevi görmesidir. Bunları anlatabilmek için, aklına ilk gelen yer bu kurum olmalıdır. Bugüne kadar çeşitli defalar ifade ettim. Tekrarlamak istiyorum, Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu bizim yeni keşfettiğimiz veya dışardan uyarlama yoluyla ihdas ettiğimiz bir yapı değildir. Bu uygulamanın özü esası bizim tarihimizde zaten vardır. Osmanlıda ve Selçuklu da devletin vatandaşların şikayetlerine kulak vermesi için pek çok mekanizma oluşturulmuştur. Çok büyük bir coğrafyada hüküm süren bu devletlerin asırlar boyunca ayakta kalması vatandaşlarıyla kurduğu güçlü ilişkiye dayanmaktadır. Kul hakkına, adalete, merhamete olan güçlü vurgu, devlet ile millet arasındaki ilişkinin temelini oluşturmaktadır. Bu süreçte emeği olan herkese teşekkür ediyorum. Türkiye 2003 yılı başından bu yana her alanda olduğu gibi, demokrasi, temel hak ve özgürlükler anlamında tarihi ilerlemeler kaydetti.
Anayasa değişikliği yapıldı, temel yasalar yenilendi. Bize göre devlet ile vatandaş arasındaki ilişki, kanalların çokluğu sağlıklı bir işleyişin işaretidir. Bugün Cumhurbaşkanlığı, Meclis, bakanlıklar, belediyeler başta olmak üzere tüm kurumlarda vatandaşlarımızın taleplerini doğrudan iletebildiği uygulamalar var. Bilgi edinme kanunu ile bu çalışmalar yasal bir zemine kavuşmuş bulunuyor. Bu süreç içerisinde şimdi her köy, mahalledeki muhtarlarımızla ta Cumhurbaşkanlığı makamına kadar yine iletişimi, halkın taleplerini takip eden artık kurumlarda oluşturulmuş bulunuyor. AYMye bireysel başvuru hakkı da, yargı sürecindeki hak arama süreci için yeni bir imkan olarak sistemdeki yerini aldı. Temel kanunlardaki değişiklikler hep bu amaca yöneliktir.
2011DEN BU YANA 2 MİLYONU AŞKIN KİŞİYİ MİSAFİR ETMİŞ BULUNUYORUZ
Mülteci sorunu karşısındaki tavrımız bunun son örneğidir. Bakınız bugün AB, 28 üye ülkesiyle sadece 400 bin civarında bir mülteci müracaatını kabul ederken veya onların kapılarına geldiğinde kapılarını açmak suretiyle evet derken, paniğe kapılmış bir durumdayken biz Türkiye olarak 2011den bu yana 2 milyonu aşkın kişiyi şu anda misafir etmiş bulunuyoruz. Üstelik Türkiye mülteci sorununa ilave olarak bir de terörle mücadele ediyor. Biz açık kapı politikası uyguluyoruz. Sınırlarımızı kapamak suretiyle veya onların Akdenizde, Egede boğulmasını seyrederek değil, sınırlarımıza dayanan insanların buraya keyfi şekilde değil, canlarını ve geleceklerini kurtarmak için geldiklerini biliyoruz. Ama Batıda bakıyoruz ki, bir kısmı Hristiyan köklerini zedeleyecek bu akıma müsaade etmeyin, ancak Hristiyanları alın yaklaşımında. Gerçekten kabul edilebilir bir şey değildir.
İSRAİLİN MESCİD-İ AKSADAKİ UYGULAMASI KABUL EDİLEBİLİR BİR ŞEY DEĞİL
Biz insana insan olarak bakıyoruz. İnancıyla bakmıyoruz. Mağdur mudur, mazlum mudur biz kapımızı açarız. İşte şu anda Kudüste yapılanları görüyorsunuz. İsrailin askerleri, polisi, üç dinin, üç semavi dinin kutsal kabul ettiği Mescid-i Aksadaki uygulaması asla kabul edilebilir bir şey değildir. Kapıları kırmak suretiyle, içerde mukaddes kitabımızı yerlere atmak, onları yakmak suretiyle, bu yaptıkları kabul edilebilir bir şey değildir.
MÜLTECİ SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ, SINIRLARA TEL ÖRGÜLER ÇEKMEKTEN GEÇMİYOR
Türkiye burada tam aksine farklı inançların buradaki mabetlerini ihya ederken, hatta hatta inşa ederken bu tür şeylerle karşılaşmak bizleri ciddi manada rahatsız etmektedir. Bunun küresel bazı olumsuz gelişmeleri de tetikleyeceğinden endişe ediyorum. Avrupadaki dostlarımızın şundan emin olmaları lazım. Bu insanlar aslında kendi vatanlarına kavuşmak istiyorlar. Ama kendi ülkeleri onlar için yaşanması mümkün olmayan hale gelmiş durumda. Mülteci sorununun çözümü sınırlara tel örgüler, duvarlar çekmekten geçmiyor. Asıl sorun, kendi ülkelerindeki çatışmaların bir an önce durmasını, halkın sesine kulak verecek yönetimlerin iş başına gelmesini sağlamaktır. Asıl sebebi görmeden ve buna uygun çözümler üretmeden atılacak her adım insanlığın vicdanını yaralayan yeni görüntüleri ortaya çıkarmasının ötesine geçemez.
UÇAKLAR, SİLAHLAR GÖNDERİLİYOR
Akdenizde, Egede yapılan yolculuklarda hayatını kaybeden çocukların, kadınların, erkeklerin cesetlerinin kıyılara vurmasını seyretmeye daha fazla devam edemeyiz. Suriyedeki sorunun rejim sorunu olduğu açıkça ortadayken meseleye hala uluslararası güç dengeleriyle bakmak vicdanları kurutur. Bakın hala bazı ülkeler Suriyeye uçaklar gönderiyor. Yardımlar devam ediyor. Ama Tayyip Erdoğan bunu dillendirdiği zaman bu defa Türkiyenin büyükelçiliği çağırmak suretiyle Niçin söylendi? deniyor. Bunu sizin yetkilileriniz söylüyor, ben söylemiyorum. Uçaklar, silahlar gönderiliyor. Bunların hepsi bizim tespitimizdir. Açıkça kendileri de bunları ifade ediyor. Uluslararası toplantılarda da ifade ediyor. Aslında buna da bir ombudsmanlık gerekiyor. Ama nasıl olacak bu iş, sıkıntı burada. Türkiyenin Suriye ile ilgili söylediği her şey doğru çıkmasına rağmen, ciddi adımlar hala atılamadı.
BİZ İNSANİ DESTEĞİ VERİRKEN, BİRİLERİ DE ORALARA SİLAH GÖNDERİYOR
Buradaki iki milyon insan İrana gitmiyor, Rusyaya gitmiyor. Benim ülkeme geliyor. Bunun bedelini biz ödüyoruz. Şu ana kadar 6,5 milyar dolar biz burada bu çalışmalar için destek verdik. Biz insani desteği verrken, birileri de oralara silahlar gönderiyor. Bu şekilde Suriye, Irak buradaki bu karışıklıkların yüzbinlerce insanın ölümünün seyrini yapıyorlar. Buna karşı bir ses var mı? Maalesef.
TERÖR ÖRGÜTLERİNDEN ARINDIRILMIŞ GÜVENLİ BÖLGEYE İHTİYAÇ VAR
Uluslararası topluma sesleniyorum. Suriyedeki sorunun çözümü ülkedeki zalim rejimin bir an önce alaşağı edilip, bir an önce bir yönetimin iş başına gelmesinin sağlanmasından geçiyor. Terör örgütlerinden arındırılmış güvenli bölgeye ihtiyaç var.
SIRTINI DÖNMESİ, ABNİN DEĞERLERİNE İHANET ETMESİ ANLAMINA GELİR
Sorun her an katlanarak büyüme potansiyeline sahiptir. Aynı durum bölgedeki diğer ülkeler için de geçerlidir. Bu ülkelerde kendi toplumlarının gerçeklerine uygun yönetimlerin oluşmasına imkan sağlanmadığı müddetçe yaralar kanamaya devam edecektir. Batı ülkelerinin kendi vatandaşlarının huzur ve refahının, bölgedeki diğer gelişmelerden bağımsız olmadığını görmesi lazımdır. Sadece ve sadece hayatta kalma mücadelesi içindeki milyonlara sırtını dönemez, dönmemelidir. ABnin değerlerine ihanet etmesi anlamına gelir. Biz imkanlarımızı zorlama pahasına kucağımızı açmayı sürdüreceğiz. Bunu çıkar kaygısıyla değil insani, ahlaki, tarihi ve vicdani bir görev anlayışıyla yapıyoruz. Yapmaya da devam edeceğiz.
İSRAİLİN YAPTIĞI VANDALLIĞI KINIYORUM
İsrailin Müslümanların ilk kıblesindeki yaptığı saygısızlığı, vandallığı bir kez daha şiddetle kınıyorum. Bu bölgeye yönelik saldırılar tüm dünyada farklı dinlere mensup özellikle farklı inançların mensubu insanlar arasında barışı huzuru zedeleyen sonuçlar doğurma potansiyelini taşıyor. İsrail devletini ve onu destekleyen cesaret veren tüm ülkeleri tarih önünde sorumlu davranmaya davet ediyorum. Dünyadaki bu hassasiyeti olan liderleri arıyorum. Kendileriyle görüşmelerimi yapıyorum. Müşterek adımlar atmaya kendilerini de davet ediyorum.
BİZ SONUCA YAKLAŞTIKÇA RAHATSIZ OLANLARIN SORUNU DERİNLEŞTİRMEYE ÇALIŞTIĞINI GÖRDÜK
Türkiye tarih boyunca terörün kanlı ve sıcak yüzünü hep çok yakından hissetmiş bir ülkedir. Binlerce şehidimiz, on binlerce kaybımız var. Bugün de yeni bir terör dalgasıyla karşı karşıyayız. Bizim 2003 yılından itibaren en önemli hedeflerimizden biri de teröre zemin hazırlayan sebepleri ortadan kaldırmaktır. Sivrisineklerle uğraşmaktansa bataklığı kurutma anlayışıyla demokratikleşme yolunda büyük reformlara giriştik. Türkiye normalleşme yolunda büyük bir mesafe kaydetti. Çözüm sürecini devreye aldık. Ancak biz sonuca yaklaştıkça bu durumdan rahatsız olanların sorunu yeniden derinleştirmeye çalıştığını gördük. Çünkü şunu görüyorlardı, Türkiye barışı yakalayacak ve dünyada en saygın ülkeler arasına girecek. Bunu görenler biz Türkiyeyi nasıl böleriz, nasıl huzursuzluğun zeminini oluştururuz, bunun gayreti içine girdiler.