Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
12 Eylül Askerî Darbesi doksan yılı aşan parlamenter sistemin yeni bir aşamaya girmesine sebep oldu. Ülke yönetimine el koyan generaller 1961 Anayasasının yasama erkini düzenleyen maddelerinin tamamını ve yürütme erkini düzenleyen maddelerinin önemli bir kısmını yürürlükten kaldırdı.
Ancak, Anayasanın yürürlükte kalan maddelerinin darbeci generallerden oluşan Millî Güvenlik Konseyi üzerinde bir bağlayıcılığı da kalmadı. Konseyin kararları 1961 Anayasasının yürürlükte kalan hükümlerine üstün sayıldı. Konsey tarafından demokratik katılımdan uzak bir şekilde hazırlatılan yeni anayasa ise 09 Kasım 1982 tarihinde yürürlüğe girdi.
Yürütme erki güçlendirildi
1982 Anayasasının yürürlükten kaldırılan 1961 Anayasasından en belirgin farklarından biri yürütme erkinin güçlendirilmesi oldu. Her nekadar başbakana eskisine göre daha kuvvetli bir konum kazandırılmış ise de yürütmenin asıl güçlendirilen tarafı cumhurbaşkanlığı makamı olmuştur. Verilen yetkilerin hem Anayasanın 104. maddesinde sıralanması hem de 26 farklı maddede tekrarlanması Anayasanın cumhurbaşkanlığı makamına atfettiği önemi göstermesi açısından manidardır.
1961 Anayasasından farklı olarak cumhurbaşkanına “Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme” temel görev olarak verildi. Yasama, yürütme ve yargı erkleri açısından önemli birçok yetki cumhurbaşkanlığı makamında birleştirildi. Diğer bir ifade ile bu makam üzerinde adeta kuvvetler birliği tesis edilmiş oldu. Sözgelimi yasama erki açısından 1961 Anayasasından farklı olarak “TBMMde açılış konuşması yapma; sıkıyönetim veya olağanüstü hâl durumunda başkanlığı altında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla kanun hükmünde kararname çıkarma; Anayasada belirtilen hallerde TSKnın kullanılmasına karar verme; Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları halkoyuna sunabilme” yetkileri verildi.
Cumhurbaşkanının yetkileri
Yürütmeye erki açısından ise yine 1961 Anayasasından farklı olarak “Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırma; TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verilmesi halinde geçici Bakanlar Kurulunu kurma ve bir Başbakan atama; kararnameleri imzalama; başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilan etme; Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini ve başkanını atama, Devlet Denetleme Kuruluna inceleme, araştırma ve denetleme yaptırma; YÖK üyelerini seçme; rektörleri seçme; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu gözetme ve destekleme; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluşunu, teşkilatını, çalışma esaslarını ve personel atama işlemlerini düzenleme” yetkileri verildi. Özellikle bu son yetki “cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dâhil yargı mercilerine başvurulamaz” hükmü ile birlikte düşünüldüğünde, cumhurbaşkanına nasıl bir güç kazandırıldığı daha iyi anlaşılmaktadır.
Yargıya da atama yetkisi
Yargı erki açısından ise 1961 Anayasasından farklı olarak “Danıştay üyelerinin dörtte birini seçme; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını ve Başsavcıvekilini seçme; Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini seçme; HSYKya 4 üye seçme” yetkileri verildi. Ayrıca 1961 Anayasası cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemesinin on bir üyesinin yalnızca iki tanesini seçme yetkisi vermişken, 1982 Anayasası başlangıçta tamamını seçme yetkisi tanıdı, 2010 değişiklikleri sonrasında ise 17 üyenin14ünü seçme yetkisi cumhurbaşkanında kalmış oldu.
Yargılanması da zorlaştırıldı
Cumhurbaşkanının “vatana ihanet”ten dolayı suçlandırılması konusunda TBMMnin 4te 3 çoğunlukla karar almasının hükme bağlanması da cumhurbaşkanının 1961 Anayasasına göre güçlenmesini sağladı. Çünkü söz konusu anayasada bu oran üçte iki idi.
Vesayetçi yapı etkisi
Bununla birlikte Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ülke yönetiminde söz sahibi olan bürokratik elitin parlamenter sistemi “vesayetçi” bir yaklaşımla inşa ettiğini ileri sürenler de vardır. 1982 Anayasasının da cumhurbaşkanlığı makamını siyaset kurumu üzerinde oluşturulan askerî-sivil bürokratik vesayetin devamını sağlayacak bir araç olarak kurguladığı ve buna uygun yetkilerle donattığı ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre, oluşturulan yeni yapıda cumhurbaşkanından beklenen, doğrudan halkoyuyla göreve gelen hükümetin kontrol altında tutulması ve devletin resmî ideolojisine aykırı girişimlerde bulunmasının engellenmesidir. Askerî darbeler sonrasında asker kökenli kişilerin cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, 28 Şubat döneminde yaşananlar, 9. ve 10. Cumhurbaşkanının karar ve uygulamaları bu yaklaşımın örnek gösterdiği vakıalar arasında yer almakta. Bununla birlikte Sekizinci, 11. ve 12. Cumhurbaşkanının dayandığı toplumsal kesimler, sahip oldukları siyasî destek, karar ve uygulamalar, sistemin cumhurbaşkanlığı makamına yüklediği misyonun dönüştüğünü göstermektedir.
Darbe sonrasındaki grafik
12 Eylül Askerî Darbesinin yeniden dizayn etmek istediği siyasî ortamın inişler ve çıkışlarla dolu bir süreç izlediği bir vakıadır. 1980-1991 yıllarını kapsayan ilk dönem, o güne kadar siyasî açıdan en istikrarlı dönem olarak tarihe geçmiştir. On bir yılda beş hükümet kurulmuş ve bir hükümetin ortalama ömrü iki yıldan uzun (yirmi yedi ay) sürmüştür. Buna karşılık, 1991-2002 yılları arasındaki ikinci dönemde ise dokuz farklı hükümet kurulmuş, ülke koalisyonlarla yönetilmiş ve bir hükümetin ortalama ömrü on altı ay olmuştur. Cumhurbaşkanına verilen geniş yetkilerin ülkede siyasî istikrarı sağlayamamasının 90lı yıllarda görülmesi, cumhurbaşkanının güçlü konumunun birçok zeminde tartışılmasına ve yetkilerinin parlamenter sistemin ruhuna uygun olarak daraltılmasına yönelik tartışmaların alevlenmesine sebep olmuştur. Ancak bu yönde sonuç alıcı adımlar da atılamamıştır.
Seçilmiş ilk cumhurbaşkanı
Buna karşılık, geniş yetkilerle donatılan cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesi de eleştiri konusu olmuştur. Nitekim 2007de yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi hükme bağlanmıştır. Bu durum, ülke yönetiminde güçlü bir pozisyona sahip olan cumhurbaşkanını daha güçlü hale getirmiştir. Gerekli gördükçe Bakanlar Kuruluna başkanlık etmesi ve bütün kararnameleri imzalaması gibi yetkiler düşünüldüğünde, 2014 yılında doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının yürütme erki içindeki ağırlığının bakanlar kuruluna denk hale geldiği, hatta öne geçtiği söylenebilir. 11 yılı aşan başbakanlığı sürecinde ülke tarihinin en istikrarlı dönemine imza atan mevcut cumhurbaşkanının karizmasını ve sahip olduğu halk desteğini de bu çerçevede zikretmekte fayda var.
Türkiyenin mevcut sistemi: Karma model
2015 yılı itibarı ile aynı siyasî gelenekten gelen ve aynı partide siyaset yapmış olan mevcut cumhurbaşkanı ile başbakan arasında siyasî sorun yaşanmaması, farklı siyasî geleneklere mensup kişilerin bu makamlara gelmesi halinde yaşanmayacağı anlamını taşımamaktadır. Nitekim yarı başkanlık modeli uygulanan Fransada farklı siyasî çizgilere sahip olan cumhurbaşkanı François Mitterrand ile başbakan Jacques Chirac, ve takip eden dönemde cumhurbaşkanı olan Chirac ile başbakan Lionel Jospin arasında ciddi sorunlar yaşanmıştı. Günümüz Türkiyesinde uygulanan hükümet modeli parlamenter sistem ile yarı başkanlık sisteminin bazı yanlarını bir araya getiren karma bir model görünümündedir. Modelin ülkede siyasî istikrarı kalıcı olarak tesis edemediği özellikle doksanlı yıllarda tecrübe edilmiştir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin en çok ihtiyaç duyduğu konu siyasî istikrardır. Bunun sağlanması ise güçler ayrılığını optimum ölçüde tesis eden bir modelin geliştirilmesini gerektirmekte. Başkanlık sistemi bu açıdan tartışmaya değer bir alternatif olarak belirmekte.
Gerekçe: istikrar arayışı
Parlamenter sistemde teorik açıdan “siyasî sorumluluğu” bulunmayan cumhurbaşkanının 1982 Anayasası vasıtasıyla güçlü yetkilerle donatılması, Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan siyasî istikrarsızlığın aşılmasına yönelik olarak geliştirilmiş özgün bir model şeklinde de değerlendirilmiştir. Diğer bir ifade ile Anayasada cumhurbaşkanına verilen geniş yetkilerin, parlamenter sistemde ortaya çıkması muhtemel derin siyasî sorunlar karşısında devlet mekanizmasının çalıştırılmasının güvence altına alınması isteğinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre parlamentarizmin kırılgan doğası, Türkiyenin özgün siyasî ortamında kendine has yeni sorunlar üreterek siyasî istikrarın tesis edilmesini zorlaştırmaktadır.
Yarın: Türkiye açısından başkanlık sistemi